Türkiye’de neler oluyor ?
Ülkemizde son dönemlerde ilginç olaylar oluyor. Büyük bir toplumsal değişim, dönüşüm yaşanmakta ve bunun da arkasında uzun zamandır titizlikle tertiplenen toplum mühendisliği çalışmaları var.
Çok uzun zaman önce değil, 90’ların sonlarında, Abdullah Öcalan isimli bebek katili, kelle alıcı, Türk özel kuvvetlerine paketlenip dış güçler tarafından teslim edilmiş halde, bir uçak kabininde sessizce -aslında çok önceden yazılmış olan- kaderini bekliyor, milyonlar bir anda “Karaoğlan” sevgilisi haline geliyordu. İşbaşına gelen koalisyon hükümeti, milli çıkarları ön planda tutan politikalar üretmeye çalışıyor, özellikle ABD’nin isteklerine boyun eğmemek için elinden geleni yapıyor, bu sırada AB uyum süreci bahane edilerek idam cezası tamamen kaldırılıyor ve bebek katili kelle alıcı müebbet hapisle “şimdilik” yırtıyordu. Paketi hazırlayan güce verilen sözler tutulmuştu. Apo idam edilmemişti.
Fakat DSP-MHP-ANAP hükümetinin başı beladan kurtulmayacaktı. İzledikleri politikalar nedeniyle dış güdümlü basın tarafından acımasızca eleştirilecekler, kaynağı şüpheli 2 büyük deprem ile sallanacaklar, Ecevit’in hastalığı ile perişan edilecekler, DSP‘nin içi kazan gibi kaynatılacak, ülkücüler iktidarı bir türlü kaldıramayacak ve nihayet iktidardan çekilmek zorunda kalacaklardı. Daha önceden 28 Şubat süreci ve göstermelik bir hapis cezası ile kahraman haline getirilmiş RTE, kurtarıcı olarak hepimizi kurtarmaya gelecekti. Bizi hasta Ecevit‘ten, Apo’yu asamayan Bahçeli‘den, siyasi yaşamı boyunca yolsuzluklar ile eş anlamlı hale gelen Anavatan partisinden, Mesut YILMAZ ve Tansu Çiller gibi halkı ekonomik sıkıntılar ile boğan siyasetçilerden kurtaracaktı.
Büyük bir medya desteği, pohpohlama ve ihtişam ile işbaşına gelen AKP, tam olarak iktidar olamadığının bilincindeydi. ABD’nin ve batının yeni çocukları, eski çocukları temizlemeliydi. İşe elbetteki askerlerden ve işbirlikçilerinden başladılar. 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde son çırpınışlarını yapan eski çocuklar başarısız oldular. Bundan sonra ise tasfiye ve cezalandırma süreci başladı. Ergenekon ve Balyoz davaları, Gülen cemaatinin de desteğiyle, yeni sivil gladyonun askeri gladyoyu tasfiye etmesi ve cezalandırması şeklinde yorumlanabilir. Artık güç yeni muhafazakar çocuklardaydı. Bu çocukların tek işi Türkiye Cumhuriyetini batının istediği şekilde yönetmek değildi elbette. ABD’nin büyük ortadoğu projesine eşbaşkanlık etmek, sınırı değişecek eski ülkeler ve yeni mini mini islami rejimler için bir rol model teşkil etmek, Cumhuriyetin ve Atatürk’ün kazanımlarını yok etmek, laiklik ile hesaplaşmak, Türk ordusunu Gladyo/Ergenekon bahanesi ile hizaya getirmek ve elbetteki PKK meselesini tavizler vererek çözmek de bu yeni çocukların görevleri arasındaydı. 2003’ten bu yana baktığımızda işlerini üstün bir başarı ile yaptıklarını söyleyebiliriz. O kadar iyiler ki, kendilerini bu misyonu biçenler dahi bu kadar iyi bir performans beklemiyorlardı kanımca.
Yazıma son dönemlerde revaçta olan “İmralı – Devlet” görüşmeleri ile devam etmek istiyorum. AKP’nin terörle mücadele zihniyeti ve Oslo görüşmeleri ile ilgili görüşlerimi daha önce şurada yazmıştım.
Dikkatleri çekmek istediğim nokta, özellikle basında uzun zamandır hakim olan müzakereci, sözde barışçı, dış güçlerin sözcülüğünü yapan yazar çizer takımının yönlendirmeleri. Çok değil bundan 10 sene önce bebek katili olarak bildiğimiz bölücübaşı APO, birden bire sözde Kürt sorununun tek çözüm yolu, kelle alıcı, “Sayın Öcalan’a” dönüştü. Taraf gibi gazeteler, Mehmet Baransu, Rasim Ozan K. gibi kerameti kendinden menkul gazeteciler nerden geldiği belirli olmayan emirler ile iş yapmaya, kendilerince gündem belirlemeye başladılar. Bu sırada Gülen cemaati, PKK karşıtı yayınlar ve programlar yapmasına rağmen, özellikle askeri gladyonun ve terörle mücadelede üst düzeyde görev alan askerlerin tasfiyesine tam destek verdi. Emniyetin ve yargının içindeki sempatizanlarını, Erdoğan ve ekibinin, “eski çocukları tasfiye programı”nda tam yetki ile görevlendirdi.
Gelinen noktada sonuç ortada. Terörle mücade eden, TSK’nin görevini layıkıyla yerine getiren şerefli mensupları, komik darbe planları, sehven hatalar ile dolu deliller, geçerliliği tartışmalı Word belgeleri ve kopyala-yapıştır iddianameler ile içeri tıkılırken, ülkeyi bölmeye çalışan kalleş teröristler Habur sınır kapısından davul ve zurnalar ile içeri alındılar. Kurulan bir çadır mahkemesi tarafından serbest bırakılarak.
Geçtiğimiz yıllarda, Kürt sorunu resmi söylem tarafından sistematik olarak reddedilmekte, terör sorunu olarak adlandırılmaktaydı. Kürt sorunu, ağızlara alınmayan, reddedilen bir söylemdi. Daha sonraki dönemde, başta devleti yönetenler olmak üzere, Kürt etnisitesi üzerinden ülkenin birlik ve beraberliğini zedeleyecek siyasetler izlediler ve “Kürt sorunu” söylemini normalleştirdiler. Sıradan bir hale getirdiler. Daha önceki dönemde nerede ise kökü kazınan PKK’nın, AKP döneminde nasıl tekrar palazlandığını operasyonel hale geldiğini rakamlardan da anlayabilirsiniz. 2011 yılında 137’si personel, 28’i sivil olmak üzere 165 şehit verildi. 2012 rakamları ise Necdet Özel’e göre 110 şehit.
Ana akım medya, patronundan muhabirine, haber sunucusundan köşe yazarlarına kadar liberalleştirildi. Karşıt görüşlerde olan, muhalif olan, ulusalcı, milliyetçi, ülkücü, solcu olan kimse artık ana akım medyada barınamıyor. Onların yerini Baransular, Kütahyalılar, Balçiçekler, Amberinler, Yiğit Bulutlar, başbakanın uçağına binmek için birbirleriyle yarışanlar ve bir sürü benzerleri aldı. Bunlar teröristlerin karakollara saldırılarını, hain pusularını görmezden geldiler, PKK-Ergenekon işbirliği olarak değerlendirdiler. TSK’nın geniş çaplı operasyonlarını ise barışın önündeki engeller olarak nitelendirip durdular. Uludere operasyonunu bir katliam olarak nitelendirmekten geri kalmadılar. Sınır ötesi kaçakçılık yapan bir grubu imha ettiği için TSK’nin halen başını ağrıtmaktalar. Gelin bu işin adını koyalım. İster ana akım, ister yandaş olsun, yeni medya AKP’nin ekmeğine yağ sürmekte, bir kısmı PKK ile aynı dili konuşmakta, açık açık Türk, Türkçülük ve milliyetçilik düşmanlığı yapmaktadır. Bu yeni kurallara biat etmeyen medya organlarının hayatta kalması son derece güçleşmiştir. Bebek katili öcalan’dan bahsederken “İmralı” kalıbını kullanan, Öcalan’ı bir hümanist, çevreci, aydın, entelektüel, iyi bir insan gibi göstermeye çalışan bu yeni ana akım medyanın ta kendisidir. Sürecin normalleştirilmesi adına, insanların öcalan’a olan nefreti silinmeye çalışılmakta, hafızaların formatlanması için çalışmalar sürmektedir. Yeni ana akım medya bunda hiç kuşkusuz başarılı da olacaktır. Kendilerine aktarılan kaynaklar, verilen destekler çok büyüktür. Yazar çizer kadroları genç, dinamik, son derece liberal, ülkesinden başka her şeyi seven nitelikli personelden oluşmaktadır.
Ekonomi sayfalarında ise iktisatçılarımız tedbiri elden hiç bırakmadılar. Ağır vergi yükü altında ezilen halktan, son yıllarda enflasyon ile alakasız bir şekilde artan akaryakıt, doğalgaz, enerji masraflarından hane halkının düşen alım gücünden hiç bahsetmediler. Yükselen borsa, rekor kıran onların ekonomi sayfalarının temel gündem malzemeleri oldular. Ana akım medyada zam olmadı. Fiyat güncellemesi ya da ayarlaması oldu. Yandaş yeni ana akım medyamızın çalışma zihniyeti açısından bir fikir verebilir size bu. Esasında AKP tarafından devam ettirilen, 57. hükümete benzer bir ekonomik programdır. Yapılan büyük özelleştirmeler, global piyasalardaki likidite bolluğu ve halkın sırtına yüklenen ağır vergiler ile sistemin çarkları döndürülmektedir.
Diyeceğim odur ki, ortalama bir Türk vatandaşı, bir vatanperver her zamankinden daha dikkatli olmalıdır. Ülkemizi içten ve dıştan bölmek isteyen zihniyet belki de Cumhuriyet tarihinde hiç bu kadar güçlü olmamıştır. Her yere sinen, her köşebaşını tutan, ağdalı laflar, barış, bütünlük, kardeşlik, birlik gibi sözler ile Türk devletinin teröristler ile pazarlık etmesini, gerekirse federe bir yönetimi de kabul etmesini savunanlar için artık şartlar çok daha elverişlidir. Başta işbaşındaki iktidar olmak üzere, herkesin attığı adımlar dikkatle takip edilmeli, Emniyet teşkilatı içinde bulunduğu uykudan bir an evvel uyanmalı, Türk toplumu da oy verdikleri siyasi partilerin meclisteki ve meclis dışındaki eylemlerini yakından takip etmelidir. Bölücülükleri yazdıkları yazılardan ve TV ekranlarındaki programlar ile sabit olan bir kısım medya unsurlarına gereken “demokratik” tepkiler verilmelidir.
Şüphesiz ki burada aktardıklarım, son 10 yılda yaşadıklarımızın ancak ufak bir bölümüdür. Bir sonraki yazımda, AKP’nin nasıl adım adım sivil faşizme yöneldiğini örnekler ile açıklamaya çalışacağım.
Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin.